Unutamadım
Bu kaçıncı sonbahar sensiz, kaç kez veda edip kavuştu yapraklar dallarına? Bir ölenler kaldı kavuşamayan, bir de ben sana. Vuslat mahşere mi kaldı sevdiğim? Yaren, toprak mı oldu?
Yokluğunun bilmem kaçıncı günü? Rüyalar olmasa, nasıl dayanır insan bu ayrılığa? Kokun hala burnumda, her ne kadar yalçın kayalıklar olsa da arada.
Senden sonra bu şehri bir baştan bir başa dolaştım. Belki ayak izine denk gelir diye ayaklarım, belki dedim saçının teli düşmüştür, kokusundan bilirim. Belki dedim; benim yaptığım gibi sende adımı kazımışsındır kuytu yerde ki bir ağaca.
Kaç kez sırılsıklam ıslandım yağmurlarda, sırf senin de aynı yağmura yakalanmış olma ihtimalini düşünerek aynı yağmurda ıslanalım, bunu olsa yine beraber yapıyormuşçasına..
Seni görürüm diye yürüdüm bütün yolları. Hiçbir yolun sonunda da sen karşıma çıkmadın. Meğerse bu küçücük şehirde ne kadar çok çıkmaz sokak varmış.
Sonu kapalı olan yol değil de sonu sana çıkmayan yol, çıkmaz sokakmış.
Sen yokken neler neler gelmedi ki. Balkanlardan soğuk hava dalgası geldi. Uzak doğudan virüs geldi. Rusya’dan füze geldi. Amerika’dan kahpelik geldi. Suriye’den mülteci geldi. O kadar çok şeyler geldi adını sanını bilmediğim memleketlerden, bir sen gelmedin gittiğin yerden.
İnsana, önceleri huzur veren mekânlar gün gelir en büyük acıları yaşatır. Ve zaman geçer acılar geçer ve sen yine huzur bulmak için o mekânlara sığınırsın. Bazen kıyısına, bazen köşesine, bazen de sokak lambasının tam ortasına..
Ne gitmekti marifet ne de kalmaktı. Marifet unutmaktaydı. Giderken sırtını dönüp ardında bırakmak değildi marifet. Aklındakini azat etmekti. Kalbin sızladığında, sebebi ardında bıraktığınsa eğer sen ne gidebilmişsin nede kalabilmişsin. Sen sadece heba etmişsin
Yarım kalıyor insan, yaralı kalıyor. Yaralarımı bilen bir tanıdığım ‘yaraların eski kanamaz artık ‘ demişti. KANAMAZ YARALARIN ESKİDİR DİYORSUN, BANA YARALARIN ESKİDİR DEME.. ESKİDEN YARA OLMAZ, ESKİMEYENDEN OLUR.
Nakaratının hep aynı yerine aynı şevk, aynı özlem, aynı içtenlik le eşlik ettiğim şarkıydın sen.. Unutamadım, unutamadım…
YAZAMAYAN : AHMET KARADAYI
Unutamadım…
***
Gözünün görmediği,
yüzünün bilmediği bir vakittir bu vakit.
Bu vakit sevdalıların yarasını deştiği,
dilin haddini aştığı,
damlaların pınarlardan taştığı
vakittir bu vakit.
Demem o ki bu vakit,
en çok sızlattığın,
en çok hatırlandığın,
en çok yaktığın,
ruhun bedene sığmadığı,
meçhul faili, en çok hatırlandığın
vakittir bu vakit.
Yüzün yüzümü unutur,
Özün özümü unutur.
Gözüm gözünü uyutur da
dilim sözünü unutmaz.
Ben seni bir türlü unutamadım.
Eşiktekini, beşiktekini, varlığımı,
yarınımı unuttum ulan.
Kul Rabbini unutur mu be?
Yaradanı unuttum yaradılandan ötürü.
Ben seni bir türlü unutamadım.
Ben seni,
ben seni bir türlü unutamadım .
Unutamadım, unutamadım…
***
İNTRO
***
Bir çift göz,
bir tutam gülüşle düştünki içime,
Yusuf çıktı, can çıktı çıkacak,
ben çıkamadım attığın kuyulardan.
Nasıl bir tahttır kurduğun,
nasıl bir fetihtir…
Ne sultanlar geldi,
Ne dualar döküldü dilimden de
ne tahtın yıkıldı,
ne de bıraktığın ağırlık kaldırabildi
solumdan.
Çekip gitmekte gösterdiğin gücü,
yetiyorsa kalanları da
alıp giderek göster.
Zira, gün geçtikçe daha çok ağırlaşıyor
bu yük,
daha çok ağrıyor ağrılarım.
Ya gel beni karşında elpençe bırak,
ya da al bu canı,
beni, beni ortada öyle bırak.
Yar karşısında,
yar karşısında eğilmek,
amenna fiyakalı da,
yara altında eğilmek yakışmıyor
delikanlı adama…
Ve sevdası sonsuzum
ve ölümsüzüm…
Yarsız, yarsız ölüm bile yakışmıyor
seven insana.
İster cehennem, ister azrail ol, gel…
7 kocadan/kadından,
7 kocadan/kadından
70 çocuğun da olsa gel…
Ben seni,
ben seni bir türlü unutamadım.
Unutamadım, unutamadım…
***
MUSTAFA TOPRAK ÖZDEMİR
YAZININ ŞARKI TAVSİYESİ : Mustafa Toprak ÖZDEMİR. UNUTAMADIM
0 Comments