Hani büyüklerimiz eskiden havaya bakıp değişik tahminler yaparlardı. Hatta günler,aylar öncesinden fırtına mevsimi yaklaşıyor gibi bir çok değişik ama doğru tahminlerde bulunurlardı.
Şimdi sizlere NAZAN BEKİROĞLU’nun NAR AĞACI kitabından bir bölüm paylaşacağım, tabiri caizse kocakarı tahminlerinden.
“Mart iyi geçiyor,” diye mırıldandı Keyfiye’nin getirdiği
kahveyi alırken. “Eee, Mart ne de olsa” diye ekledi, kış ayazları da ondaydı yaz sıcakları da.
Kavakların yaprak dökme biçimi, ayvaların azlığı çokluğu, kestanelerin dökülme zamanı ve daha
bir sürü şeyden Büyükhanım mevsimlerin nasıl geçeceğini tahmin edecek bilgiye az çok ulaşmıştı
yıllardır. Denizin renginden havanın birkaç saat içinde patlayacağını kestirebilir, fırtınanın takvimini
bilirdi. Ama yıllık iklim haritasını çıkarmak için daha kesinlikli bir yolu vardı onun; Mart’ın ilk on
iki günü takvimi ve Büyükhanım’a bakılırsa ta ezelden bu yana halkın tuttuğu bu takvim, kâğıtlarda
yazılı takvime göre çok daha güvenilirdi.
Mart 1, Rumî yılın başıydı ve her yıl o gün Büyükhanım takvimini çıkarmaya başlardı. On iki gün
boyunca günün muhtelif saatlerinde denize bakan pencereye yanaşır, burnunu cama dayar, denizin
haritasından göklerin resmini çıkarmaya alışkın yaşlı denizciler gibi ufku gözlerdi. Dağa bakan
pencereye döner, bulutların halden hale, resimden resme girmesini uzun uzun izlerdi.
Mart’ın 1’inden itibaren 12 gün sayarak havanın nasıl olduğunu, günün nasıl başlayıp hangi renge boyandığını sonra
nasıl bittiğini titizlikle gözler, kaydederdi. Bu 12 günün her biri sırasıyla yılın 12 ayına denk gelirdi.
Mart 1, Mart ayına denkti örneğin; Mart 2, Nisan’a; Mart 3, Mayıs’a; yılın son ayına kadar böyle
giderdi. Kendi annesinden öğrendiği, onun da herhalde izi sürülemeyecek kadar eski bir anneler
silsilesinden öğrendiği bu takvim Büyükhanım için o kadar önemliydi ki emsali hiçbir kadın okuma
yazma bilmezken o, zekâsına güvenmiş, uzun kış gecelerinde kocasından takvimini kayda
geçirmesine yetecek kadar okuma yazma bile öğrenmişti…………….
……………………………………………………………………………..
Satırların üzerinde gezinerek,
gelecekten haberler okuyan bir kâhin gibi Mart takvimini yorumlamaya başladı.
Martın l’i kararsız, 2’si güneşli, pırıl pırıl geçmişti. Demek ki Mart ayı kararsız geçecek ama
Nisan’da bahar kendisini gösterecekti.
3 Mart’ta soğuk iyice azalmış fakat öğleden sonra bulutlar
belirmiş, hava hafifçe serinlemişti. Öyleyse Mayıs ayı, ortalarına kadar bahar ama sonrasında
sonbahar gibi olacaktı. 4 Mart’ın karşısına yazılanlara göre Haziran bütünüyle sıcak, güneşli, pırıl
pırıl olacaktı.
5 Mart’a bakılırsa yağışlı Temmuzlardan biri bekliyordu onları. Üstelik 6 Mart’ta
öğleye kadar iyi sayılabilecek hava öğleden sonra bulanmış, akşamüzeri aniden çok keskin bir soğuk
çıkmıştı. Ağustos’un demek ki yarısı yaz yarısı güz olacaktı. Bütün bu alacalı bulacalı havalarda düz
olan denizin yüzü 7 Mart’ta hafifçe kırışmış, tüllenmişti. Buna göre Eylül ve Ekim, alışıldık Eylül
Ekimler gibi geçecekti. Fakat şu 9 Mart’ta ne olmuştu ki deniz önce Rize’ye doğru bir ırmak gibi
akmaya başlamış, kabarmış, dalgalanmış, sonunda fırtına patlamıştı. Hem de ne fırtına! Çok soğuk,
çok yağmurlu, çok kapalı olan gün boyunca Karadeniz, her biri yekdiğerini tetikleyerek sıra sıra gelen
dağ gibi dalgalarıyla kumsalı basmış, iskeleyi aşmış ve uğultulu ağızdan yayılan çığlıkları hiç durmamıştı.
Demek ki Kasım başında alışılmadık bir fırtına bekliyordu onları.
Kocakarı masalı deyip küçümsediğimiz bir çok şeyin aslında doğru olduğunu unutmayalım.Mesela ceviz ağacı altında uyumayın der onlar… Peki neden? Cevabı başaka yazıya
0 Comments